Babamdan ve büyüklerimden hep duyardım, her yıl düzenlenen CEBEL ve MESTANLI panayırlarını hiç kaçırmazlarmış.
Bu panayırlarda büyük coşku yaşanırmış , bir çok yarışmalar yapılır, gösteriler sergilenir, çeşit çeşit mallar sergilerde satışa sunulur, kuzular çevrilir kebaplar pişermiş ve etraftaki bütün köylüler burada toplanır birbirlerini görme imkanı bulurlarmış .
Ben de bunları hep hayalimde canlandırırdım.
Bu panayırların benzeri de Bursa Osmangazi Soğanlı Botanik Parkı’nda BAL-GÖÇ tarafından düzenlendi. Babam derneğin yönetiminde bulunuyordu, bu panayırın düzenlenmesi için görevli komisyonda görev yapıyordu.
Ben de hep hayalini kurduğum panayırları görme imkanı bulacaktım.
12 Mayıs 2002 günü şölen alanına yaklaşırken Balkan müziklerini işitiyordum.
Alana ilk varanlardandık, henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen gelenlerin sayısı az değildi.
Panayırın yapıldığı geniş alanda ilk dikkatimi çeken büyük çadırlar ve sergiler oldu. Bunların hazırlıklarını bir gün öncesinden yapıldığı belli oluyordu.
Bu çadırların içinde ne olduğunu çok merak ettim. Babama bu çadırlara gitmek istediğimi söyledim.
Ailemizle birlikte ilk çadıra yöneldik. Çadırın yanında folklor elbiseleri giymiş gençler çalgılar eşliğinde Trakya ve Balkan yöresinin oyunlarını oynuyorlardı ve içeride Balkan yöresinin giysileri sergileniyordu, giysilerin desen, renk ve motifleri göz alıcıydı. Birden bire bu giysileri giymiş atalarımızı hayalimde canlandırdım.
O, gömlekler, şalvarlar, entariler ve tülbentler tarihimizin bir simgesiydi sanki.
İkinci çadıra geçtik, bu çadırda kaçamak pişiriliyordu, bazı insanalar tadına bakıyor, bazı hanımlarda tarifini alıyorlardı. Yaşlıca bir yengede yanındakilere “hah işte, bunun yanında birde lahana turşusu olacak ki” diyordu.
Diğer çadıra yöneldik. Bu kez kalabalık çadırın içinde değil, yan tarafındaydı. Biz de bu kalabalığın arasına girdik, insanların neden toplandığı anlaşılıyordu.
Bu bölümde kuzular çevriliyordu, hemen arkalarında davul, klarnet ve akordeondan oluşan bir grup Yusufum türküsünü çalıyorlardı.
Klarnetçi öyle içten çalıyordu ki, yüzü kıpkırmızı kesilmiş, alnından ter, klarnetin içinden damla damla su akıyordu.
Bir grup insanda el ele tutuşmuş çimenlerin üzerinde halay çekiyordu.
Çevirmelerin başında beyaz giysileriyle aşçılar duruyor, ucuna bez sarılmış çubuğu içinde bir çeşit sıvı dolu kabın içine bandırarak çevirmelere sürüyorlardı.
Çevirmeler yenice kızarmaya başlamış mis gibi kokular salıyorlardı. Meşhur panayır çevirmesi bunlar olsa gerek dedim kendi kendime. Canım çekmişti, babama söyledim, babamda onların pişmesine daha zaman var , şölenin ortalarına doğru alırız dedi.
Çadırları gezmeye devam ettik. İnsanalar öyle kalabalıktı ki yürümekte güçlük çekiyorduk.
Bir sonraki çadırda Balkan yazarlarına ait kitaplar sergileniyor ve yazarlar kitaplarını imzalıyorlardı. Balkan kökenli yazarların kitaplarının bu kadar çoğunu bir arada ilk defa görüyordum.
İnsan kalabalığı ve yöre müziklerinin seslerinin birbirine karıştığı ortamda diğer çadıra yöneldik. Burada ressamların bin bir özenle çizdikleri tabloları vardı.
Yaşlı bir amca torununa “Bak burası Rodop dağları, köyümüz bu dağların eteğindeydi” diyordu. Bütün resimleri teker teker incelemiştim. En dikkat çekici olanı Mostar köprüsünün dimdik ve gururla ayakta duruşuydu.
Sıra sonuncu çadıra gelmişti, birde ne göreyim, akıtmalar, börekler, çörekler, baniçkalar, poniçkalar, milinkalar, kapamalar ve çeşit çeşit tatlılar. Ninelerimizin yaptığı güzel yemekler kokularını yaymış bizi bekliyordu. Hemen bir çoğundan azar azar aldık, gerçekten hepsi çok nefisti.
Sonra yol boyunca sıralanmış sergilere doğru ilerledik, bu sergiler çok zengindi, yok yoktu. Çerezinden meşrubatına, dondurmasından hediyelik eşyasına kadar her şey vardı. Kebap kokuları ve dumanı etrafa yayılırken adeta burnumuzun direği titriyor, ağzımızın suyu akıyordu.
Bu arada mahallemizin yaşlılarından Nuri amca yanımıza gelerek “Be gülüm Durhan ne güzel akıl etmişsiniz bu işi, bize eski günlerimizi yeniden yaşattınız, her halde artık bunu her sene yaparsınız” dedi ve babamın omzunu sıvazladı.
Şölende müzik önemli bir unsurdu. Tören alanında da müzik hiç durmuyordu. Belediye Bandoları, Balkanlar’dan gelen misafir sanatçılar ve birçok dernek folklor ekipleri ile müzik grupları herkesi doyasıya eğlendirdi.
Katılımın çok yoğun olduğu şölende protokole ayrılan yerler dolmuştu, buda yerel yöneticilerin ve bürokratların panayıra ilgisini gösteriyordu.
Şölen gece yarısına kadar devam etti. İnsanların heyecan ve memnuniyeti gözlerinden okunuyordu. Bende bir sonraki panayırın yapılacağı günü iple çekeceğim...
Taner GÜLER
12.05.2002
Bursa / Yıldırım Peyami Safa 8/B Sınıfı Öğrencisi
Kaynak: BALKANLAR'DA TÜRK KÜLTÜRÜ