SİZ”BİRLİK”LERİ NASIL BİLİYORSUNUZ?
(yergi)
Ben, şu”birlik” sözünden uzak durmak bir yana, bir hayli gocunuyorum da.
İlk öğrencilik yıllarımdaydı. Okul salonlarının sol duvarında Stalin denilen şahsın portresi asılıydı. Koşu ya da kovalamaca halinde iken seyrek de olsa, bu portrenin altından geçmemiz de oluyordu. Böyle hallerde adeta nefeslerimiz duruyor, ayaklarımızın ucuyla basarak, sınıf odalarımıza giriyorduk.
Öğretmenlerimiz de bu şahsı dillerine dolamışlar, yerli yersiz onu gündeme getiriyorlar. Hele hele kitaplarımız gene başka. O, “Sovyetler Birliği” denilen muazzam ülkenin başında idi! Tek sözle, yaptığı yaptık, astığı astıktı...
Yıllar sonra Stalin adındaki şahıs alıp başını öteki dünyaya göçtü. O matem, o yas günlerce, haftalarca sürdü. Yeri hemen bir başkası ile dolduruldu.
Şu, Brejnev denen şahıs var ya, bu “birlik” adındaki devletin başında uzun yıllar kaldı. Bu sürenin devamında, Bulgaristan, bu, büyük ülkeye o denli yaklaşmıştı ki, neredeyse “16. cumhuriyet” oluverip, gitmiştik.
Bu dev ülke sadece bizi, insanlarımızı değil, yeraltı, yerüstü zenginliklerimizi de öyle sevmişti ki, trenler dolusu meyveler, sebzeler tap taze oraya gidiyordu. İş sadece, meyve sebzeyle kalsa, kurşun, gümüş, hatta altın madenlerimiz doymak nedir bilmeyen Sovyetler Birliği’ne taşınıyordu...
Hayatının son yıllarına doğru Brejnev, uçakla değil, trenle ülkemizi ziyaret edecek şayiası etrafı aldı, verdi. Tüm ülke halkı, neredeyse işini, gücünü bırakmış, kulağını radyo ve televizyonlara vermiş, o tarihi günü bekliyordu.
Ve en nihayet o önemli gün de geldi! Televizyonlarda nefeslerimizi kesmiş, o böyük adamı Sofya garında bekleme nöbetindeydik. En nihayet merdivenlerde göründü. Bizimki de, Jivkov, o boylu poslu şahsı öyle bir kucakladı ki, akıllara durgunluk verir. Sadece kucaklamak iş bitirse, bir dudak dudağa öpüşme başladı ki, birbirlerine susamış iki sevgili, erkek ve kadın böylesine sarp öpüşmemişlerdir.
Ömür bu sana, bir gün gelip bitiyor. Dev ülkenin dev Brejnev’i de gitti bu dünyadan. Onun yerine geçenler, o denli depdebeli olmasalar da, bizim için “birlik” sözünü taşıyan hem ana, hem baba yerine geçen ülke, hala varlığını koruyordu. Ama siyasetler, bambaşka istikamet göstermeye başlamıştı.
Dünyadaki bu yeni gidişler sayesinde, bir gün bizim “birlik” de çöktü, gitti. O öpüşmeler, o sarmaş dolaşlar tarih sayfalarında kaldı. Jivkov denen şahıs da ortadan kaybolunca, bizde bıçağa, kılıca başvurmadan, bir “demokrasi” dönemi başladı.
Ama”birlik” olmadan yaşayabilir miyiz? Hem nüfus, hem coğrafi alan bakımından yetersiz olan ülkeler, ağabeysiz ülkelerin kucaklarına oturmadan varlıklarını sürdürebilirler mi? Bu ne tarihlerde görülmüş, ne de şimdilerde olacak bir işe benzemiyordu. Kısa süre sonra kendimizi “Avrupa Birliği” denen “baba” devletlerin kucaklarında buluverdik.
Bu, “ Birlik”te asırlar boyu, yıllarca Afrika, Asya ülkelerindeki halkları, ülkeleri sömüren zenginliklerini yutan devletler vardı. Bizi öpücüklerle değil, ancak sırtımızı, omuzlarımızı okşayarak, ellerini omuzlarımıza atarak, saflarına aldılar. Genç nesiller, bal görmüş arılar gibi Avrupa’ya gittiler, kaçtılar...Aileler dağıldı! Onlar, bizim kirazlarımıza, armut veya kabaklarımıza muhtaç değiller. Ancak en parlak çağlarını yaşayan levent gençlerimize merak atmışlardır!
Bu sebepten de ülke boşalmakta.Köylerdeki okullar kapandı. O güzelim ovalar, tarlalar çalılıklara, dikenlere boğuldu…
Ve sırf bu yüzden ben, şu “birlik”lerden uzak durmakla kalmıyor, hem gocunuyor, hem korkuyorum onlardan…
Mehmet ALEV