balkangocmenleri.com

BİR NEFRETLİĞİN TARİHÇESİ

Şu anda öz be öz vatanımız, Bulgaristan'da Türkçe nefretliği öyle boyutlara tırmandırılmıştır ki, adeta o, anadilimiz, bir ucube abidesi görünümündedir. Bir topluluğun, bir başka topluluğun diline karşı böylesine bir hazımsızlık duyması, dünyada görülmüş gibi değildir. Onun bu derecelere çıkması hemen bir, iki günün, hatta ay ve yılın içinde olmamıştır. Bu ülkedeki Türkçe nefretliğinin tarihçesine kısaca bir göz atalım.

İlk önce Bulgaristan'ın krallık dönemlerini bir sorun, soruşturun, inceleyin. Öğrencilerin karnelerinde "Türkçe", önemli bir ders olarak üçüncü ya da dördüncü sıralardadır. Hal böyle iken, bu dersin kime zararı olmuştur? Türkçe, krallığı mı devirmiştir?

Komünistler, iktidar koltuğuna yerleştiklerinde Türklüğe karşı nefretliklerini, dili ön plana çıkarmakla açığa vurmadılar. Bu, bir yandan göçler ve öte yandan, dine, Arapçaya karşı davranışlarla kendini göstermiştir.

1944 darbesine kadar okullarda, mescit ve medreselerde çocuklar öteki derslerle yanı sıra din eğitimi de görürlerdi. Böylelikle, Müslümanlığın temel kaidelerini öğrenirler, el verdiği kadar da bu, onların günlük yaşamlarında da yer alırdı. İslam'ın temel kitabı, Kuran-ı Kerim hemen hemen her hanede bulunur, kutsal bir eser olarak raf ve dolaplarda korunur, yeri gelince Mushaf'tan ayetler, sureler okunur, evlerin içi, ruhlarımız feyizle dolup, taşardı.

Totaliter anlayış için insanların yaşamında sadece ve sadece Marksist görüş geçerliydi. Onların tek amacı, ideali bu idi… İslam'a, din eğitimine karşı amansız bir mücadele başlatıldı. Yeniden düzenlenen eğitim ağı, "A"-dan "Z"-ye dek ateizm, başka bir tanımla tanrıtanımazlığın eline teslim edildi.

Komünistlerin yayın organları: Yeni Işık ve Halk Gençliği gazeteleri, Yeni Hayat dergisi vb. sayfalarını din karşıtı yazılara geniş geniş yer verdiler. Hocalar, din adamları, karanlık güçler olarak ilan edildi, duyuruldu. Hafızlar, imamlar dahi bu propagandalara alet edildi. Öyküler, fıkralar ve şiirlerde hocalar hep olumsuz kahraman olarak işlendi durdu. Onların yanında şeytanın yüzü dahi daha nurluydu…

Tek partili iktidarın bu yoğun çalışmaları kısa vadelerde meyvelerini vermeye başladı. Pek tabii ki, İslam'a, dine karşı böylesine bir olumsuzluk havası yaratıldıktan sonra Türkçe, Türklük unutulmuşluğa terk edilemezdi. Türkçe ve Türklüğe karşı nefretlik zeminine yavaş yavaş gidileceği kaçınılmazdı. Bu da, tedrisatın 1950'li yılların sonlarında Bulgarcaya geçilmesiyle gerçekleşecekti!

Buna bahane olarak her defasında, "Türk çocuklarının Bulgarcayı daha iyi benimsemeleri" gösterilmiştir. Daha o zaman işin içinde, 1984-89 hadiselerinin yattığını bizlerden hangimiz fark edebilmişti?!

Geçen yüzyılın 1960-70'li yıllarında, okullarda Türkçe kah zorunlu, kah seçmeli büyük güçlüklerle ayakta kalmaya çalıştı. Çünkü okul idarecileri de ikide bir Türkçenin yersizliğini vurguluyorlardı. Hatta bu derse karşı çıkanlar dahi vardı.

Yine bu yıllarda Türk çocuklarının kendi tarihlerine karşı olumsuz yaklaşımları teşvik ediliyor, Osmanlı dönemi yerden yere vuruluyordu.

Seksenli yıllara geldiğimizde Türkçe ile yanı sıra tüm Türklüğe karşı nefret at başı gider. Türklük, tek parti yöneticilerine göre kötü bir şeydir. Etrafa zehir saçmaktadır. Başı bir an önce ezilmeli, yok edilmelidir…

Bu arada Türklüğüne sahip çıkanlara "milliyetçi" damgası vurulur, kendisi ve tüm yakınları da iyi gün yüzü görmezler. Ağızlarına bant, ellerine kelepçe vurulur. Onları, cezaevleri, sürgün ve ölüm bekler…

Komünistlere göre, yollar, meydanlar "mızırlardan" temizlenmiştir. Rahatlıkla 1984'ün sonuna gidilebilir! Bunca hazırlığa rağmen Bulgaristan'ı "Türksüzleştirme" süreci, taşlı sopalı değil, tanklarla, tüfeklerle gerçekleştirilir.

1984'ün sonunda Balkanlar'ın göbeğinde yer alan bir ülkenin en meşhur orkestraları: "En nihayet Türksüz bir Bulgaristan!" marşını çalarlar!

Bir sonraki yıl, 1985 Bulgaristan tebaalı tek bir Türk, Türk adıyla değildir! Bu bir dili, bu bir soyu yok etmenin daniskası değil midir?

Bundan öte mesele memurlara ve okul yetkililerine kalmıştır. Hatta meramını tek bildiği Türkçe olarak anlatmaya çalışan seksenlik nine ve dedelere, üç-beş yaşında annesinin kucağındaki çocuklara ceza kesilir…

Üçüncü basamak, demokrasi döneminde Türklüğün, Türkçenin halini ele aldığımızda nasıl bir realite ile baş başa kalacağız?

Şu gerçeği hemen belirtmekte yarar vardır ki, Bulgaristan'daki demokratik rejim şu ana dek insanlarımızın beklentilerine cevap vermiş değildir. Hatta, büyük ölçüde Türk insanının ümitleri kursağında kalmıştır. Bu hem sosyal, hem de manevi alan için de geçerlidir.

Her şeyden önce 1984-89 döneminde Türk insanına karşı işlenen suçlar cezasız bırakılmıştır.. Katillerimiz, gizli kapaklı bir nevi ödüllendirilmişlerdir. Meclis'te bir sürü ıvır zıvır işler için komisyonlar kurulurken "Soykırırm'nı" işleyenler için komisyonlar kurulup vilayetlerde dahi suçlular bulunup hak ettikleri yere gönderilmemişlerdir!

Türkçe eğitimi anlamsız bir çıkmaza girmiştir. Görünüşte çok şeyler var, kulaklarımıza "bakın neler yapıyoruz" anlamında söylemler gelse bile, gerçekte bir arpa sapı kadar mesafe alınmamıştır. Hele son aylarda Türkçeye karşı nefretlik yeni boyutlar kazanmaktadır.

Avrupa'da çok sayıda küçüklü büyüklü azınlıklara her çeşit hak ve özgürlükler tanınırken, öz be öz yurdumuz, Bulgaristan'da, Türkçeye karşı bu nefretliğin anlamı nedir? Bunu yaşatanlar, ayakta tutanlar bir an önce niye cezalarını bulmazlar?

Mehmet Alev      "ALEV -kültür dergisi"





 



 



 

YORUM BIRAKIN